ne zamandır şu mama sandalyesi olayı ile ilgili iki satır bir şeyler yazmak istiyorum, belki yeni alacak olanlara faydası olur hem de fikrimi söylemezsem çatlarım... Piyasa da envai çeşit mama sandalyesi ve ev tipi tabir edilen ana kucağı var. Portatifinden çeşitli atraksiyonlar yapanına, ucuzundan pahalısına.. Ben ilk başlarda hem mama sandalyesi hem de ana kucağı olarak kullanılabilecek bir şey aramıştım. Daha doğrusu yüksek ana kucağı aramıştım, sonra da mama sandalyesi olur diye düşünmüştüm. İlk beğendiğim (hatta bunu daha hüma doğmadan önce beğenmiştim) ankarada Bebek by Pikkolo diye bir mağaza var orada, Tahran caddesindeydi yerleri yenice Panora'ya taşınmışlar. Fresco diye bir mama sandalyesi. (
http://www.bebekbypikkolo.com/tr/urunler/item/fresco-classic.html?category_id=12)
Gerçekten çok güzel, hem şık hem de kullanışlı. Türkiye'de yeni bir ürünmüş Amerika'dan geliyor. Fakat fiyatı bana çok gelmişti açıkçası o nedenle alamadım. Bir de amerikadaki birkaç sitede ürün ile ilgili olumsuz eleştiriler vardı ama hangi ürünle ilgili yok ki zaten. Fiyatı 1000 TL civarındaydı geçen sene şimdi nedir bilmiyorum ama bu hem ana kucağı hem de mama sandalyesi olabiliyor o yüzden uzun süre kullanılabilir diye düşünüyorum. Paranız varsa bence alın.Bu arada fresco'ya çok benzer hatta taklit denilebilir birkaç mama sandalyesi daha var bilinen markaların birinde ama aynı havayı verememişler.
Bunu almayınca klasik ana kucaklarına baktım bir süre. Hüma'nın ilk aylarda biraz gaz sancıları oluyordu o yüzden ben de titreşimli ana kucağına takmıştım kafayı ve öyle bir şey aldı dedesi. Casual markası işte bakınız yanda; ama titreşim olayı hiçbir işe yaramadı zaten hüma da hiç hoşlanmadı titreşimden. Müziklerini de pek beğenmedik açıkçası ama yine de anakucağı olarak 3-4 ay kullandım, artık ayakları sığmıyor hümanın.Oyuncaklarını asıyordum onlara ulaşmaya filan çalışarak bir süre oyalanıyordu. Hatta burada tek başına vakit geçirmeye alıştığı için belki de şimdi de odasında bir süre (yarım saat kadar) bırakabiliyorumkendi haline. Eğer klasik ana kucaklarından alacaksanız yağmur'unkini tavsiye ederim. Kraft markası kesinlikle daha kullanışlı bir kere güzel sallanıyor hüma izmir sıcağından uyuyamadığında balkonda uyutmuştuk kendisini ana kucağında.
Bu klasik ana kucağını aldıktan sonra mothercare'da tam da istediğim gibi bir anakucağı-mama sandalyesi gördüm üstelik fiyatı da uygundu ve bunca zaman burnumun dibindeymiş ama ben farketmemişim sanırım bu tip şeyler için mothercare'a pek bakmıyordum o zamanlar ama en azından bir göz atılmalı mutlaka. Brevi b fun markası. Fresco ile aynı işi görüyor gibi görünüyor ve fiyatı o zaman 350 TL civarındaydı. Birkaç blogda gördüm sanıyorum kullananlar rahat etmiş. Ben bu ürünü geç kefşettiğim için alamadım açıkçası. Siz kaçırmayın alın. .
Ana kucağı-mama sandalyesi olayını kaçırdığım için mama sandalyesi almayacaktım çünkü kuzenimden gelen bir tane chicco marka vardı. Bizdeki 5-6 yıl öncesinin modeli ama itina ile kullanılmış ve temiz durumda, bu arada aynısı hala satılıyor sanıyorum chicco poly olması lazım. Fakat izmirde yağmurun kullanmakta olduğu ikea'nın mama sandalyesini görünce ondan bir tane alalım dedik çünkü beş aylık hüma için boyutları ideal geldi, hem de zaten bize her halükarda iki tane mama sandalyesi lazımdı, malum iki ev. İyi ki de almışız zira ikea mama sandalyesini tek geçerim, hem ucuz 45 TL hem de bizim bıdıklar için çok rahat. Boylarına uygun. Chicco'nunki çok büyük çocuk içinde kayboluyor, üzerinde 6 aydan itibaren kullanılabilir diyor ama hüma neredeyse 9 aylık hala rahat edemiyor onda. Bir kere yatık duruyor çocuk hakim olamıyor sofra olayına. Sehpası yüksekte filan. O anlamda ikea'nın mama sandalyesi çok elverişli, dik duruyor, boyuna uygun, etrafı görebiliyor hem de kolay taşınıyor zira hafif ve olabildiğince kompakt. Temizliği de kolay, düz plastik neticede, girinti çıkıntı vs yok. Dolayısıyla eğer sadece mama sandalyesi olarak kullanılacak bir mama sandalyesi arıyorsanız kesinlikle ikea'nınkini alın derim. Bu arada şu minderi almıştık biz ama neredeyse hiç kullanmadık boşuna 10 TL verip de almayın derim.
Naçizane not: Müge ile sürekli fikir alışverişinde olduğumuzdan, yani hem yağmurcuğun hem de hümanın kullandıkları ve kullanmadıklarını bildiğimden yorumlarım iki anne gücündedir. Güvenebilirsiniz bence :)
Bunları da Okuyabilirsiniz
By
Hüma Kuşu
Aralık 15, 2011
Çeşitli
Bebek arabası ile sokaklarda dolaşmak tam bir kabus. Bunu zaten hüma 2 aylık filan olduğunda yavaş yavaş dışarı çıkmaya başladığımızda anlamaya başlamıştım. Sonra gittikçe her dışarı çıkışta tuhaf tuhaf durumlar yaşanageldi. Kendi aramızda anneler olarak konuştuk hatta müge buradan çok haklı bir açılım ile engelli insanların halini düşündüğünü söylemişti, hadi bizimki geçici onlar napsın hep yaşamak zorundalar bunu diye, hiç unutmuyorum. Velhasıl insan bebekle dışarı çıkınca normalde dikkat etmediği bir sürü şeye daha dikkat etmeye başlıyor. Kaldırımların yamuk yumuk olması bir tarafa, sözde engellilerin ya da işte bisiklet olsun bebek arabası olsun araçların çıkıp inmesi için yapılan rampalar bile yamuk yumuk, kırılmış vs. Hadi diyelim ki o hali ile de bir şekilde kullanacaksın ama bu sefer de yol kenarına park etmiş arabalar tabii ki bu rampaları kapatıp kapatmadılarına dikkat etmiyorlar. Dolayısıyla arabalar nedeniyle de rampaları kullanmak imkansız hale gelebiliyor. Durun bitmedi daha kaldırımlara park etmiş arabalar var daha. Kimsenin zerre kadar umurunda olmadığı için diğer insanlar, fütursuzca arabaları kaldırıma -değil bebek arabasıyla yaya olarak bile geçilemeyecek şekilde- park edebiliyorlar. Geçen gün 7. cadde yakınlarında koskoca jipin teki koskoca kaldırıma bir güzel park etmiş. Zaten yol kenarında da araba var, geçebilmek için baya baya yolun ortasına kadar gitmen gerekiyor.
Bir de tüm bunların yanı sıra bebek arabasıyla karşıdan karşıya geçme sorunu var. Tespitlerim şöyle; yaya olarak bebeği gören bir sürü insan aman da aman agucuk da gugucuk derken arabanın içinde olduklarına sana yol verme ihtiyacı hissetmiyorlar. Dolmuştur, otobüstür, taksidir bunlar zaten kesinlikle yol vermiyor. Kadınlar %90 bebek arabasıyla karşıya geçmeye çalışan bir kadına yol vermiyor. Araba kullanan yaşlıca teyzeler ve amcalar burunlarının ucunu göremediklerinden olsa gerek yol vermiyor. Resmi plakalı araçlar, şirketlerin logolarının olduğu araçlar (tahminen satışçılar) kesinlikle yol vermiyor. Genellikle yol verenler orta ve orta yaş üstü erkek şoförler. Buradan özellikle kadınlara sesleniyorum, size yol vermedikleri için mi yol vermiyorsunuz? Ya da nedir yani bu hastalıklı durumun açıklaması ben anlayamadım. Diğerlerine diyecek bir şeyim yok zaten türk öküzleri diyip geçiyorum. Bak aklıma geldi bir keresinde yine 7. caddede adamın biri 1 dk diye işaret ederek bizden yol istedi arabayla geçmek için.
Bir de bebek arabasıyla karşıya geçmeye çalışırken sana korna çalan hıyarlar var. Adam çok iyi bir insan olduğu için uyarıyor tabii ezilme diye. Öküz adam, korna çalıp da çocuğu korkutacağına dur da yol ver. Bu olur olmadık korna çalma hastalığı nedir ki zaten. Bugün yine oldu, yol tıkandı, caddeler dar, bir de sağa sola park etmişler, sıra ile geçmeye çalışıyor okul servisi ile karşıdan gelen arabalar, servisin arkasındaki salak da kornaya basıyor. Adam gider zaten yol tıkalı olmasa değil mi neden gitmesin? Ona buna korna çal, yayaya korna çal, hastaya korna çal. Adamı hasta eder bunlar.
Sokakların pisliği var bir de. Özellikle dükkanların olduğu yerlerde çok daha yoğun pislik var. Bre esnaf sen ne biçim esnafsın. Esnaf dediğin adam kapısının önünü temiz tutmaz mı? Bunlar değil kapısının önünü temiz tutmayı pisliklerini kaldırımlara döküyor. Restaurantlar, cafeler yağlı çöplerini atıyor. Her yer pis. Bir de bu son yıllarda kadın çöpçüler aldılar işe, kesinlikle çok büyük hata, kadın çöpçüler çalışmıyor. Ellerinde cep telefonu zaten 3-4 kişilik gruplar halinde geziyorlar. Daha geçen gün denk geldik, geçtikleri sokaklarda çöpler filan aynen duruyordu onlar da geyik yapa yapa salınıyorlardı. Güya kadın ya daha temiz olması beklenir değil mi hiç alakası yok. Çankaya belediyesi zaten Allahlık hiç bir şey yaptıkları yok. Geçen sene caddelerde bazı tadilatlar filan yaptılar asfaltı bozdular, sonra yamadılar biz de sandık ki tüm tadilat bittikten sonra asfaltlayacaklar ama nerdee öyle yamalı yamalı duruyor caddeler.
Yukarıda saydıklarımın yanı sıra sokaklarda bağıra çağıra küfür edenler mi dersin, çöp atanlar mı dersin envai çeşit saçmalık yapanlar mı dersin...
Hay Allahım bu memlekette yaşamak neden bu kadar zor? İnsanlar birbirlerine neden bu kadar düşman? İnsanlar neden insan değil? Neden hiçbir şeye saygısı yok bunların, ne birbirlerine ne de herhangi bir duruma, bebekliye, hamileye, hastaya, sakata, engelliye vs vs. Ama sorsan herkes saygıdan dem vurur, gençlerin filan onun bunun saygısızlığından şikayet eder, kendi analarının babalarının, yaşlılarının yanında çok saygılı olurlar ama. Saygılı olur da ne yapar; efendim elini öper, sigara içmez yanında, bacak bacak üstüne atmaz. Ha bir de oruçlu adamın yanında aman yeme içme filan der. İşte saygı anlayışı bunlarla sınırlı olursa bir toplumun hal böyle oluyor. Saygı bu mu ya... Sokakta yayaya korna çalan öküz ondan bundan saygı bekleyecek. Bir de ne yazık ki bu öküzlerin çocuğu oluyor. Sonra onlar da öküz analarını babalarını görüp onlar gibi oluyorlar, bu böyle devam edip gidiyor. İşte sonra vaziyet budur. Bir de sonra batılılar bizi bozmaya çalışıyor tripleri yok mu. Sen kimsin ki, sen zaten bozuksun. İki yüzlü, yozlaşmış, paraya tapan bir toplum...Ve maalesef biz de bu toplumun içindeyiz her ne kadar aklımız dışında olsa da. Mutsuzluğumuzun sebebi de budur bence...
Bunları da Okuyabilirsiniz
By
Hüma Kuşu
Aralık 14, 2011
Hümania
Son 10 gün ders çalışarak ve ödev yaparak geçti. Hüma ile bile doğru düzgün ilgilenemedim, anneme bırakıp uyudum geç saatlere kadar oturduğum için ya da anneme bırakıp ders çalıştım. En son dün sabah bir ödev teslim ettim, akşam üstü sınava girdim, eve gelip hümayı uyutup ders çalıştım ve sonra tekrar ödev yaptım. Bugün de sabah derse gittim, ödevi teslim ettim. Varolmanın dayanılmaz hafifliği....
Sonra hüma ve annem ile alışveriş merkezine gittik hem de bu sefer hümaya süpriz olarak yürütecini de götürdük. Geçen gün mağazada teşhire koydukları yürütece binmesiyle başladı herşey. Sürekli alışveriş yaptığım bebeğim mağazasındaki salak tezgahtara biraz binsin kapının önünde dedim, maalesef dedi o da. Sinir oldum salak zaten bizim var hem de aynısından hem de buradan almıştık zaten demedim nedense o anda sonra da hala söyleniyorum bak 10 gündür. Neyse bu vesile ile aklımıza geldi dedik biz de götürelim hümanın yürütecini zaten artık arabasında oturmaktan sıkılıyor. Hem de hava kötü aktiviteler sınırlı. Sonuçta bugün günlerdir benimle fazla vakit geçirememiş olmasının üstüne keyfi yerine gelir diye düşündük. Aman ne iyi etmişiz humuş bir coştu bir coştu. Deli deli koşturdu sağa sola önce. Sonra kaptı alışveriş merkezi gezmenin inceliklerini. Mağazalara filan girip çıkmaya başladı kafasına göre, tabii anneannesi de peşinde. İlgisini çeken şeylere dokunmak, aguu demek olsun. Yürüyen insanlara laf atmalar, çocukların yanına koşmalar filan. Cepanın maskotu oldu. Bundan sonra alışveriş merkezine yürüteçsiz gitmeyiz herhalde zira hümayı böyle bir eğlenceden mahrum etmek istemem. Ayrıca herkese de tavsiye ederim, yalnız kalabalıktan hareketinin kısıtlanmaması ve sizin de peşinde rahat koşturabilmeniz için hafta içi gündüz saatleri daha iyi olur. Bu vesile ile bir akım başlatırız belki herkes alışveriş merkezlerine bebek yürüteçleri ile gelir :) Birkaç tane video çektim onları da bilgisayara aktarınca koyarım belki buraya...Koşturmaktan yorulan hümayı pusetine oturttum ve hiç sesini çıkarmadan oturdu bisküvisini yedi uslu uslu sonra da emdi ve uyudu. Uyanınca da alışveriş merkezi çılgınlığına tam gaz devam etti.
Aa bir de hümaya ayakkabı aldık sonunda bugün, pumadan cırtcırtlı. Orada giydirdik hemen, hüma koşturmanın verdiği coşkuyla ayağından çıkarmaya çalışmadı. Bakalım ilerleyen günlerde ne yapacak. Gerçi artık eskisi gibi sürekli ayakkabısını çoraplarını çıkarmıyor. Hatta geçen gün çorabını çıkardı oynadı bir süre onlarla, ben de bu sürede uyuyor numarası ile onu izliyordum. Sonra da geri giymek istedi galiba, çorabı ayağının üzerine koydu bastırdı, evirdi çevirdi olmadı.
Bu arada günlerdir nerdeyse ders ödev dışında hiç birşey yapamayan ben de sınav sonrası bir sıcak bir banyo ile kendime geldim. Bugün alışveriş merkezinde dolaşmak, hümanın neşeli çığlıkları, alışveriş yapmak bana da iyi geldi. Hızımı alamadım eve gelip hümayı yıkayıp -aslında babası yıkadı sayılır ben sadece yardım ettim- uyutup kek yaptım gece gece. Havuçlu cevizli tarçınlı. İşte şimdi de kekimi yiyorum, süt içiyorum, internette geziniyorum bir de bu satıları yazıyorum.
Ödevlere ders filan biraz yordu ve sıktı ama tüm bu sıkıntılara işe güce ve diğer her şeye rağmen yaşamak güzel. Hümayı yaşamak ve hüma ile yaşamak ise anlatılmaz yaşanır gerçekten... Ben her ne kadar anlatmaya çalışsam da gözlerindeki ışığı, gönlündeki neşeyi görmek lazım. Hayata daha sıkı sarılma nedeni, herşeyi yapabilecek, tüm dünyayı karşına alabilecek cesareti ve kararlılığı görme/gösterme nedeni... Hüma olmadan önce amaçsız ve boşmuşum... Kendimi ona hazırlamak için doğmuşum ve varolmuşum... Sonra Allah bana hümamı göndermiş ve ben yeniden doğmuşum...
Bunları da Okuyabilirsiniz
By
Hüma Kuşu
Aralık 08, 2011
Hümania
Bu sabah gözümü açtığımda hüma yarı beline kadar doğrulmuş yatağın başında duran telsize uzanmaya çalışıyordu. Gözümü açtım, göze göze geldik ve kuşum kim bilir ne kadar zamandır planlamakta olduğu telsizi ele geçirme eylemine bir adım daha yaklaşmanın heyecanıyla karşımda o tavşan dişleri ile gülüyordu. Sonra yuvarlandı babasına sardı biraz sonra tekrar bana yuvarlandı. Bu aralar biraz emekleme gayreti var gibi görünüyor ama yine de yürümek konusunda gösterdi ilerlemeyi gösteremedi. Ellerinden tutulduğunda gayet rahat ve dengeli bir şekilde yürüyor hatta koşarcasına hızlı bazen. Bir yere tutunarak sağa sola adım atabiliyor, ellerini bırakıp kısa süreli bir şeyle ilgilenebiliyor hatta alkış yapabiliyor. Su içtikten sonra ohh diyor. Bu sabah yatakta bir süre alıkoydum onu, hemen kalkmadım ben de, bir süre oyalandım, Hüma'nın üstünü filan değiştirdim. Sonra biraz yürüdü yürütecini gördü ben de ona koydum, o arada üstümü filan değiştirdim. En sonunda yürüteçten aldım biraz dolaştık evde ve kahvaltı hazırlamak için kendisini odasına oyuncaklarına bıraktım bir ohh çekti bizim kuş meğerse oyuncaklarına gitmek için sabırsızlanıyormuş. Baba, dede, anne, atta bir süredir diyordu zaten son zamanlarda gel ve hadi diyor, bir de mama. Sabah kahvaltıda mama mama diye mızırdandı onu verdik beğenmedi bunu verdik beğenmedi en sonunda ıhlamur ve su içti, istediği onlar mıydı bilmiyorum ama henüz parmakla göstermeyi tam kavrayamadığı için zorlanıyor. Anlattık filan bunların hepsi mama hangisini istiyorsan onu söylemen ya da göstermen lazım dedik, dinledi baktı ama uygulamada başarılı olamadık.
Bir de kitabı alıp güya kitap okuyor kendi kendine mırıl mırıl... Yalnız bu uyumadan önce kitap okuma olayı hakikaten işe yarıyor galiba uykuya hazırlık anlamında, ben akşam değil de öğlen uyuyacağı zaman deniyorum özellikle de uykusu gelmişse ve hala aklı bir şeyler yapmak peşindeyse, kesinlikle etkili. Bakalım akşam da deneyeceğim yakında. Ama akşam uyku öncesi biraz yoğun oluyoruz ve aşağı yukarı bir uyku öncesi rutinimiz var. Bizimle beraber akşam yemeği, sonra vakit varsa yediklerini biraz sindirene kadar oyun ya da evde yürümece ya da çeşitli aktiviteler sonra bıcı bıcı, sonra zaten bir süre onun kremi, bakımı, giyinmesi vs. Sonra da meme ve uyku. Kitap okumayı da bu rutine dahil etmek istiyorum ama banyodan sonra genellikle artık uyku iyice bastırmış oluyor. Bakalım deneyeceğiz.
Bu arada şu parmağa takılan diş fırçalarından aldım hüma için Nenedent. Zaten ben şarjlı diş fırçası kullandığım için epey ilgisini çekiyordu diş fırçalamam şimdi söylüyorum bir de "bak ben dişlerimi fırçalıyorum" diye.
Banyodan sonra ben hümayı giydirirken verdim eline o parmak diş fırçasını biraz da gösterdim bak böyle yapacaksın diye, gerçi o daha çok dişlerini kaşıyor ama olsun en azından temizleniyor. Arada da ben alıp biraz da ben fırçalıyorum. Bizim doktor 2 yaşına kadar gerek yok dedi ama bence her gün olmasa bile arada iyi olur. Bir de dilini temizlemeyi başarabilsem daha iyi olacak. Bu arada diş macunu sürmüyordum fırçasına ama dün ilk defa çok az sürdüm sanırım rahatsız etmedi. Bakalım bugün dilini temizlemeyi de deneyim.
Bunları da Okuyabilirsiniz
By
Hüma Kuşu
Aralık 05, 2011
Hümania
Sibilimin blogunu okuyunca bir garip oldum, hem bugünden Cenk'in bebekliğine doğru hızlı bir yolculuk gibi oldu o anlamda (her ne kadar Sibilim birçok şeyi yazamadığı için ara ara hayıflansa da) blogun başarılı olduğunu düşünüyorum. Öte yandan da vakit ne çabuk geçiyor ve elimizde ne kadar az şey kalıyor yaşananlardan diye tuhaf bir duygusallığa büründüm. An için önemli olan nice olaylar gün geliyor bölük pörçük, silik hatırlanıyor yalnızca ya da tamamen unutuluyor. İşte tüm bu kaydetme çabasına (fotoğraflar, videolar, bloglar, günlükler vs. vs) rağmen hatırlananlar ne az. Evet insan unutmazsa yaşayamazdı belki, geçen babam da benim bebekliğimi hatırlamaya çalışırken söyledi bunu, insan her şeyi unutuyor ama unutmazsak yaşayamazdık diye.
Gerçekten de öyle ama galiba insan anne olunca bebeğinin yaşamının özellikle ilk yıllarına ait çok şeyi hatırlamak ve hatta saklamak istiyor. Bu çok hüzünlü bir durum esasında, şimdiyi doya doya yaşamak gerektiğinin de en önemli işareti bizlere. Şimdi mesela Hüma'mın kokusu, o dört dişiyle gülüşü, simidine peynir sürmesi :) (geçen gün biz simit yerken kendisine de bir parça vermiştik de sonra ben ona peynir yedirmeye çalışırken simidi peynire sürüp yemek istedi), okula gittiğim günler eve dönüp yanına ilk gittiğimdeki sevinci, aguları, guguları, daha neler neler.... Bunların ne kadarını hatırlayabileceğim sonrasında bilmiyorum ama elimde olsa hepsini kanlı canlı saklamak isterdim. Anne olmak da böyle bir şey galiba bir taraftan aman ne kadar büyüdü ne kadar uzadı diye gün be gün takip etmek ve gözünün içine bakmak büyüsün diye bir taraftan büyüdüğü için üzülmek, hüzünlenmek. Neyse hayat bu, hayat böyle... Uyandığından daha da çok sarılmak Hüma'ya ve yarın daha çok daha keyifle oynamak onunla, başka elden gelen bir şey yok... Ertelemeden, sabırla, emekle ve sevgiyle her anı doya doya yaşamanın şerefine...
Bunları da Okuyabilirsiniz
Benim blog yine sahipsiz kaldı, haftalar oldu tek bir satır bir şey yazamadım. Bayram geldi geçti , hafta sonları geldi geçti. Gerçi bayramda hastaydım zaten bir de uçuk çıkardım üstüne 4-5 gün maske ile gezdim evde hümaya bulaşmasın hastalık diye. Sonra boluya gittik savaş abilerin dağ evine, temiz hava aldık, iyi oldu. Sonra ben zaten bir başladım stokastik çalışmaya nerdeyse 15 gün sınava çalıştım tabii sadece akşamları hümayı uyuttuktan sonra çalışabildiğim için günde en fazla 3-4 saat çalışabilmişimdir. 22 kasımda sınav vardı, çok zorlandım hem kaydımı 1 sene dondurduğum ve derslerden uzak kaldığım için, hem son 8-9 aydır evsel aktiviteler ve gezme dışında kafa kullanmayı gerektirecek bir şey yapmadığım için hem de galiba hümanın uyanmaları vs nedeniyle bölük börçük çalışabildiğim için. Gerçekten de hayatım boyunca bir sınava bu kadar uzun süre çalışıp hala da zorlandığımı hatırlamıyorum. Neyse ki bitti sınav, 48 aldım. Ortalamaya çok yakınım herhalde bana yeter. Bir yerlerde hamilelik ve doğum sonrası kadınların çocuk bakımı, emzirmek gibi faaliyetlerle iştirak ettikleri için ve de hormonal değişikliklerden nedeniyle analitik yeteneklerinin zayıfladığını duygusal zekalarının geliştiğini okumuştum. Stokastikteki başarımı bunlara bağlıyorum :)
Bu arada hüma odasında yatmaya başladı bayram sonu itibari ile. İlk birkaç gün hoşuna gitmişti bu durum çünkü son günlerde zaten tüm oyuncaklar yere yayılmış vaziyette duruyordu hüma da canının istediği ile oynuyordu o yüzden de iyice alışmıştı odasına. Uyandığında da oyuncaklarını görmek ve orada uyumak hoşuna gitmişti. Ama sonra artık benimle beraber uyumadığını bizim başka bir odada yattığımızı filan idrak etti galiba ki artık odasında yatmak istemiyor. Yatağına yatarırken gözlerini açıp da odasında olduğunu fark ederse hemen ağlıyor hatta uyandığında da içli içli ağlıyor. Aslında bu durum benim açımdan da çok pratik olmadı zira benim yanımda yatarken gece kaç kez uyandığımızı filan çok da fark etmiyormuşum ben. Şimdi bana da zor geliyor gece kalkmak filan. Bir de kış vakti insan üşüyor yataktan çıkınca filan. Neyse sabaha karşı yanımıza alıyorum ben de böylece en azından biraz daha uzun uyuyabilmiş oluyoruz hem hüma hem de ben.
Bunların dışında hüma artık gün boyu sürekli yürümek istiyor emeklemediği için evin içinde ellerinden tutulmak suretiyle dolaştırılması gerekiyor. Yani o emeklemediği için biz iki büklüm gezmek durumunda kalıyoruz gerçekten de son günlerin en yorucu aktivitesi hümayı yürütmek. Sanırım emeklemeden yürüyecek kendisi hala yüz üstü durmaktan çok hoşlanmıyor ve emekleme pozisyonu bile almak istemiyor ama koltukların kenarından filan tutunup birkaç adım atabiliyor sağa sola. Ya da ellerini bırakıp kısa süreli ayakta durabiliyor. Kendi kendine hareket edebilse daha mutlu olacak aslında ama bizim için bir anlamda da daha zor olacağa benziyor. Ama en azından yatar pozisyondan oturur pozisyona kendisi geçebilse iyi olacak çünkü oyuncaklarıyla oynarken filan sık sık bir oyuncağa uzanmaya çalışırken düşüyor sonra da kalkamadığı için mızırdanıyor. Ben onu kaldırmaya gittiğimde de kucağıma gelmek istiyor kendisi kalkabilse biraz daha bireysel takılabilecek. Bakalım bekliyoruz, öğretmeye çalışıyoruz.
Kış da iyice kendini göstermeye başladı Ankara'da. Hümanın gezmesi oldukça kısıtlanmış oldu tam öğle saatlerinde bile çıksak sokağa hava epey soğuk oluyor sarıp sarmalıyorum mecburen kat kat giydiriyorum kuzucum astranot gibi oluyor hareket edemiyor, kollarını bükemiyor doğru düzgün yine de dışarı çıktığı için mutlu olduğunden sesini çıkarmıyor kafasına buff takmama da üstünü kat kat giydirmeme de tahammül ediyor. Hatta arabasına oturmak için sabırsızlanıyor bir an önce dolaşmaya başlayalım diye. Biz de bahçelide, 7. caddede filan dolaşıyoruz, parka gidiyoruz bazen salıncakta sallanıyoruz, oynayan çocukları izliyoruz. Güvercinleri kovalıyoruz arabayla. İşte hümanın sokak halleri...
Ya da alışveriş merkezine gidiyoruz mecburen orada o kadar eğlenmiyor aslında arabasına oturmaktan sıkılıyor bir süre sonra. Ama eğer kucağına alıp askılardaki kıyafetlere filan sarkmasına izin verirsem ya da onun ilgisini çekebilecek yerlere götürürsem (ayna önü, yürüyen merdiven gibi) o zaman daha güzel vakit geçiriyor haliyle.
Bakalım hava daha da soğuduğunda hiç güneşi göremediğimiz günlerde ne yapacağız. Aslında hümanın tam da hareketlenmeye başladığı sıralarda havaların soğumuş olması kötü oldu. Yazın tek bir kıyafetle yarı çıplak gezmeye alıştığından şimdi giyinmek istemiyor hem de rahat edemiyor zaten. Yürürken eşofmanın paçaları, çoraplar ayağına dolanıyor. Sürekli yerlerde oturduğu için üstüne mecburen giydirdiğim yelek ya da hırka katman katman uzanmasını zorlaştırıyor vs. O yüzden arada özellikle bizim odaya güneş geldiğinde 5-10 dk çıplak ya da az giyinik kalmasına izin veriyorum o da çok mutlu oluyor. İşte bunlar da o anlardan kareler
Napalım bir şekil idare etcez bu kış da geçecek yine bahar gelecek inşallah. Gerçi bir taraftan da istemiyorum kışın hızlı geçmesini zira nisan ayında işe başlamak zorundayım. Henüz hiç hazır değilim ve hiç istemiyorum bakalım napcam. Neyse bu başlı başına başka bir yazının konusu zaten.
Bunları da Okuyabilirsiniz
By
Hüma Kuşu
Ekim 20, 2011
Çeşitli
Çok fazla uyaran var insanın hayatında.. Televizyon zaten başlı başına bir karmaşa ve bilgi (sözde!) bombardımanı yaratıyor; programlar, diziler, reklamlar, satmaya çalıştıkları onlarca ürün, kimlik ve düşünce. Amaç çaktırmadan kandırmak aslında onların sattığı ürünü al diye, onların düşündüğü gibi düşün diye, onların ol dediği gibi ol diye.. En etkili manipulasyon aracı neticede. Öte yandan televizyon uyaranlardan biri yalnızca, onun dışında da bir sürü etkiye, etkene maruz kalıyoruz gün boyu, içinde bulunduğumuz her türlü, tek yönlü, çift yönlü, çok yönlü iletişim de uyaran bombardımanının parçaları. Okunanalar, söylenenler, dinlenenler, internet... Daha bunun facebook'u var, twitter'ı var, zaten internet diyince var da var. Sonra anne-babası var, dayısı, halası, teyzesi, amcası var, konu komşusu var ve hatta elalemi var. Herkes birşeyler söylüyor herkes bir şeyler anlatıyor. İyi güzel de tüm bu çılgınlığın içinde bazen kendimi duyamıyorum ben. Kendi düşüncelerimi duyamıyorum adeta. Yani bilmiyorum ki sırf bana mı oluyor bu ama sanki nirengi noktasını kaybetmişim gibi zihnimde. O zaman bir konuda ya da bazen birçok konuda kafamın içinde dönüp duran onca düşünce, duygu, bilgi vs karşıyor. Bağlantılar karışıyor, iyi kötü, doğru yanlış, sevdiğim sevmediğim karışıyor. Bir dakika ben bu konu hakkında ne düşünmüştüm, yoksa okumuşmuydum, dur ya bununla ilgili çok faydalı bir şey vardı, yoksa zararlı mıydı, ben bu konu ile ilgili ne düşünüyordum ya diyesim geliyor. Neyi beğeneceğimi, neye inanacağımı şaşırıyorum. O yüzden belki de en basiti bir kıyafet ya da eşya alırken bu nasıl duruyor, hangi renk modaydı, bana yakıştı mı, bu geçen gün izlediğim bilmem ne reklamındaki bilmem neye benzemiyor mu, yok esas şu dizideki bilmemkimin evindekinden değil miydi, bizim Ayşe de almamış mıydı bundan, hatta çok memnun kalmıştı yoksa memnun kalmamış mıydı vs vs derken ben ne alacaktım, neye ihtiyacım vardı daha da önemlisi ben ben olarak neyi beğenmiştim, ne düşünmüştüm. Hayır öyle akşama kadar seda sayan, derya baykal, sabaha kadar da dizi mizi izleyen biri de değilim ama nasıl oluyor da giriyor kafama onca şey anlamıyorum. Tüm bu uyaranlardan, empoze edilenlerden kafamdaki karmaşadan zihnimi arındırıp da ben ne istiyorum ben ne düşünüyorum bunu anlayabilmek istiyorum. Arada sırada zihnime restart atmak ya da fabrika ayarlarıma geri dönmek..
Bir tür modern yaşam hastalığı olsa gerek bu diye düşünüyorum. Tamam belki benimki kadar vahim değildir herkesin durumu ama yine de işte bu yüzden belki de bir sürü kafası karışık insan etrafta, bir sürü garip hayatlar, yanlış kararlar üstelik. Hayatta neyi neden yaptığını, neyi neden istediğini, neyi sevdiğini bilmeyen, ne yapmak istediğine bir türlü karar veremeyen. Hatta bazen kim olduğunu bile bilmeyen. Pusulası sapmış, yolunu kaybetmiş, kaybolmuş...
İnsan yalnız kalıp düşünmeli bazen. Tüm o uyaranlardan, bilgilerden, mesajlardan, demiş, beğenmiş vs vs lerden, hatta insanlardan gerekli ve gereksiz olanları ayıklamalı. Kafasından ve hayatından atmalı gereksiz olanları, silmeli hemen fazla biriktirmeden. Bahar temizliği yapar gibi ya da bahçeden yabani otları ayıklar gibi. Böylece kalanların güvenilirliği ve güvenliği artar hem de daha yalın olmaz mı hayatlar zihinler gibi. Yalınlık (zen!) bir ev dekorasyon modası olmaktan fazlası olmalı değil mi gerçekte?
Bunları da Okuyabilirsiniz
By
Hüma Kuşu
Ekim 18, 2011
Çeşitli
Pazartesi ve Salı sabahları Odtü'de dersim olduğum için mecburen haftaya kabus gibi başlıyorum. Evet evet aynen kabus gibi... Pazartesi sabah işe gitme sendromununda beter hale gelmeye başlayacak bu okula gitme hadisesi diye korkuyorum yani. Sinir bozucu olan derse gitmek değil aslında da Odtü'ye gitme kısmı.. Zira insanın karşısına türlü türlü engeller çıkıyor. Hani aman işte Odtü şöyle zordur böyle kasar filan muhabbetleri vardır ya yüksek lisans için kayıt olma çabalarım sırasında bu zorluğa vakıf olmaya başlamıştım ancak son zamanlarda kesinlikle anladım ki bu zorluk derslerin zorluğu ile ilgili değil okulun kendi zorluğu. Bu anlamda yıllarca Odtü'nün zorluğundan şikayet eden arkadaşlarıma özürü bir borç bilerekten zorluk kısmına geçeyim. Eskileri anlatmayacağım daha kayıt olma sırasında herkesin hepi topu bir diploma fotokopisi ile ilgili söylediği çelişkili ifadeleri, danışman ile ilgili olarak yaşadığım onca problemi, yazdığım belki 10 adet dilekçeyi, kayıt dondurma maceralarımı detaylandırmayacağım da son birkaç haftada başıma gelenlere kısaca değineceğim. Önceleri hüma, ben annem okula birlikte gidiyorduk, annem araba ile bizi götürüyor ben dersteyken de hüma ile beni bekliyorlardı, birkaç kez bu şekilde kapıdan giriş yaptıktan sonra kapıdaki güvenlik teyze siz hergün bu şekilde geliyorsunuz böyle olmaz araç pulu alın dedi. Ehh ben de düşünüyordum zaten neyse dersim de 12:30 da bittiği için bir türlü gidip ilgilenememiştim sonunda gittim araç pulu namı diğer sticker'ın 245 TL karşılığında alınabileceğini öğrendim. Gittim para yatırdım bankaya ama o sırada mesai bittiği için stickerımı alamadım. Banka dekontu ve başvuru formu yanımda gezdim birkaç gün. Neyse sonunda bu pazartesi yani dün gidip onları teslim edip stickerimi alacaktım ki kapıdan almadılar beni içeri, sabah 09:20. Kadına bir sürü dil döktüm bakın ben parasını yatırdım gidip alamadım sadece şimdi içeri girince alıcam vs., hatta yahu derse geç kalıyorum ama zaten çocuğumu bırakıp gelmişim falan diye ama yine de almadı beni içeri. 100. yıl kapısına gidip arabayı oraya bırakıp içeri girecekmişim oraya da park edemezmişim. Neyse zor bela 100. yıl kapısını buldum Odtü'nün (hiç gitmediğim için bilmiyordum) arabayı oraya park ettim, taksi teknolojisi yalnızca telefon ile geliyormuş o da nizamiyede varmış falan filan yürüdüm içeri kadar taa öğrenci işlerine, sticker aldım. Bu arada ilk ders yalan oldu tabii bari dedim gideyim arabamı alayım çıkışta bir an önce eve gitme açısından kolay olsun. Taksiye bindim 100. yıl kapısına gittim taksicide bozuk yokmuş, arabamı aldım taksi durağına gittim adama parasını verdim sonra arabayı park etmek için kültür kongrenin park yerine gittim tabii ki hiç yer bulamadım zira tıklım tıklım ayrıca çamur vs. Bu arada 245 TL karşılığında temin etmiş olduğum sticker ile yalnızca kültür kongre, tenis kortları, yurtlar ve spor salonu önüne park edebiliyormuşum. Yapacak bir şey kalmayınca End. Müh bölümünün oraya park edeyim dedim ama daha park yerine girerken iki tane güvenlik hocam buraya park edemezsiniz diye çevirdi beni yoldan başıma bişi gelse Odtü'de bu kadar hızlı reaksiyon gösterecek adam bulamazdım ya neyse. SOnra kültür kongrede bir park girişimi daha ve en sonunda kütüphanenin önüne park ederek ve bölüme kadar epeyce bir yürüyerek ki aslında oraya da park etmem yasakmış normalde ikinci derse 10 dakika gecikmeli olarak girebildim, saat 10:50.
Bugün de yine mecburen kültür kongrenin önüne park ettim arabayı ki aslında bölümün önünde yer oluyor genelde sonra bölüme kadar yürüdüm soğukta, kampüs köpeklerle dolu bu arada. Ama Odtü öğrencilerle uğraşmaktan köpeklerle uğraşmaya fırsat bulamıyor tabii.
Velhasıl işte böylee Odtü'yü kazanmak kolay bitirmek zor neden çünkü bir kere içeri giremiyorsun. Girsen bir türlü girmesen başka... Ben dönemde 2 ders aldığım ve bir senede kayıt dondurduğum için 2009'dan beri Odtü ile haşır neşirim maalesef. Gözlemlediğim kadarıyla Odtü'de aslında hiçbir şey öğrenciler için ya da öğrencilerin hayatını kolaylaştırmak için değil, personel için, kampüse stickersız araç girmemesi için, bir de türbanlılar girmemesi için (bunu emre söyler bununla ilgili bir deneyimim olmadı) olsa olsa öğrenci kalabalığını yönetmek için. Aslında onu da tam yapamıyorlar ya neyse onca bürokrasi filan... Evet yemekhane ve kantinler ucuz öğrenciler bunun için eylem filan yapmışlar sanıyorum vakti zamanında ama heryer pis, yiyecekler kötü, çaylar bayat, kahveler soğuk, tuvaletler kabus gibi, çarşı iyice izbeleşmiş. Herşeye muhalefet eden Odtü ruhu nerede merak ettim, üstelik Burger King'de gelmiş konmuş çarşının girişine :) Ahh Odtü ahhh daha neler nelerr...
Bir keresinde öğrenci işlerinin önüne araba park etmeye çalışıyordum yüksek lisansa ilk başladığım sıralarda, güvenlik geldi hemen, "hocam biliyorsunuz öğrenci işlerinin önüne öğrencilerin araç park etmesi yasak" dedi. Aslında bunun üstüne diycek fazla bişi de yok.
Benim için Odtü'de güzel olan az şey var, ağaçlar mesela...
Bunları da Okuyabilirsiniz
By
Hüma Kuşu
Ekim 15, 2011
Çeşitli
hümaya oyun arkadaşı aradığımı hem buradan hem twitter hem de facebooktan paylaştım ama sanırım pek ciddiye alınmadı. hüma sokağa çıkıp arkadaş edinecek halde olmadığından ilan yöntemi veya eş dost yöntemi ile arkadaş aramak farz oldu. Ne yazık ki kuzi yağmur ile farklı şehirlerde yaşıyoruz. velhasıl bu arkadaş konusunda çok ciddiyim. çevrenizde 6-12 ay aralığında bebek tanıdığı olan ve arkadaş arayan başkaları da varsa bizi buluşturun arkadaşlar. bebeklere arkadaş lazım. hem yaşıtları ile sosyalleşmeyi öğrenecekler hem beraber oyun oynamayı hem de birbirilerini izleyerek yeteneklerini geliştirecek.
Bunları da Okuyabilirsiniz
By
Hüma Kuşu
Ekim 10, 2011
Hümania
Hümanın diş buğdayının ilk etabı tamamlandı. İzmirden halası, babaannesi ve teyzesi geldi. Tabii yağmur da.. ilk gün biraz şaşkınlıkla geçti bir de biraz korktu yağmurdan. yağmur hareket avantajı sayesinde hümanın elinden oyuncakları kapıp uzaklaşmaya başlayınca da ağladı, sonra bir süre de izledi yağmur ne yapıyor nasıl emekliyor diye.. sonunda alıştı, en azından artık ağlamıyor beraber oynayabiliyor biraz da olsa. Bence ağlamadıkları sürece birbirlerinin elinden oyuncak almaları ya da buna çalışmalarının bir sakıncası yok ne de olsa yavaş yavaş beraber oynamayı da öğrenecekler büyüdükçe.
hüma bugün alışveriş merkezinde bizimle beraber takılmaya da başladı yeni yeni.. ben bir şeylere bakarken o da bakınıyor ve ilgisini çeken kıyafetlere ya da askılara vs uzanıyor. H&M'de ortadaki alçak tezgahlardan birine oturdu biz beklerden ve oradaki askılar ve kıyafetlerin etiketlerle oynadı ve araştırdı biraz. bir de yürüyen merdiven dikkatini çekti, ben de aşağı inerken bastırdım merdivenlere birkaç kez hayretle bakındı... yeni şeyler deneyimledi,öğrendi.. Ah bir de oyuncakçıdaki büyük arabalardan birini bindirdim kendisini çok hoşuna gitti,direksiyonu tuttu sağa sola çevirdi sonra da tutundu kalktı deli...
bir de bir de börek yedi biraz, çorba içti, yumurta yedi az az...
Bunları da Okuyabilirsiniz
By
Hüma Kuşu
Eylül 29, 2011
Hümania
Hüma hanımın dişleri çıkalı 20 günü geçti, iki dişi birden çıktı, ikisi birden bidik bidik büyümeye başladı. Biz de 8 Ekim'de Hüma'nın diş buğdayı partisini yapmaya karar verdik. İzmir'den halası, babaannesi, büyük teyzelerden biri ve bir de Yağmur gelecek. Şu hastalık olayını da yavaş yavaş atlattığımız için parti planlarına başladım ben de.
Yağmur'un partisinden tecrübeli olan halası ile görüş alışverişi yaptık. Zaten hazırlıklara yardım etmek için birkaç gün erken gelecekler hem de süslü püslü bir parti sofrası için gerekli olanların bir bölümünü getirecekler. Ben de internette tarifini bulduğum renkli, süslü toplardan yapmayı düşünüyorum hatta malzemelerini bile aldım. Diş buğdayı partisi bol renkli ve bol şekerli olacak.
Bu arada farklı neler yapabiliriz diye internette de biraz dolaştım, edindiğim izlenime göre bu diş buğdayı olayı bizden başka bir de Ermenilerde olan bir gelenekmiş. Batı toplumunda böyle bir kutlama ya da aktivite yok, onlar süt dişleri ilk dökülmeye başladığında çocuğu tebrik edip hediye vs alıyorlarmış. Türkiye'de oldukça eski bir gelenek olmakla beraber son yıllarda biraz şekil değiştirmiş ve modern bir format, tarz kazanmış. Diş buğdayı hediyelikleri, kurabiyeleri, pastaları vs var. Özellikle diş şeklinde kurabiyeler ve pasta yaptırmak çok moda. Hatta o kurabiyeleri süslü püslü yapıp küçük poşetlere koyuyorlar sonra da gelen misafirlere hatıra olarak veriyorlar. Aynı baby shower ya da bebek doğumunda olduğu gibi. Ama öyle saklanacak kurabiyeler yaptırmayı düşünmüyorum zaten kurabiye olayı baby shower ve doğumda da bana çok anlamlı gelmemişti, kurabiye yerine başka bebek şekerleri yapmıştım. Şimdi bu diş buğdayı için de gelen misafirlere vermek için alternatif birşeyler düşünüyorum. Kendi çapımda küçük ama hem kalıcı hem de farklı bir şey yapacağım. Bu parti süsleri için de internetten sipariş vermeyi düşünmüyorum zaten de çok yaratıcı bir şeye rastlamadım. Kendim birkaç küçük süsleme icat ederim belki. Ama diş şeklinde pasta yaptırmayı düşünüyorum. Bakalım her zaman alışveriş yaptığımız pastane ile bir görüşeceğim umarım onlar yapabilirler. Halasının getireceği kurabiye kalıpları ve şeker hamurları ile kendimiz diş şeklinde kurabiye ve cupcake yapacağız, bizimkiler yenecek cinsten olacak ama. Onun dışında parti menüsünün tuzlu kısmını anneanneye bırakıyoruz. Börek çörek ve çeşitli gün malzemeleri ve yiyeceklerini o hazırlayacak.
Bir de bebeğin önüne seçmesi için koyulan nesneler olayı var. Seçtiği nesnenin ileride seçeceği meslek ile ilişkili olduğuna inanılıyor hatta bu diş buğdayının esas amacı da o zaten. Ama malum meslekler değişti, eskiden makas seçerse terzi olurmuş kitap ya da kalem seçerse aman bu çocuk okuyacak denirmiş vs. Ama şimdi okumanın da türlü türlüsü var, hem de meslek sayısı da baya fazla. Çok fazla nesne koyarak Hümacığın kafasını karıştırmak istemiyorum o nedenle bu konuyu biraz düşüneceğim bakalım. Şimdilik belirlediklerim ayna (süslü olacak), kalem (yazar olacak), cetvel (mimar olacak), makas (moda tasarımcısı olacak). Bir tane de müzik aleti koyayım diyorum mesela flüt olabilir, birkaç tane de geometrik nesne mühendisliği temsil etmek için.
Bunları da Okuyabilirsiniz
Hüma hastalandı gece.. Kustu kustu kustu... En sonunda dayanamayıp acile gittik sabaha karşı ve sabah sekize kadar da oradaydık. Meğerse ishal olmuş kuzucuk, o yüzden kusuyormuş. Tabii hiç beslenemedi saatlerce ve sonunda dehidre olduğu için serum takmaya karar verdiler. Ama iki tane hemşire bebişime damar yolu açmayı beceremeyip dakikalarca ağlattı. Bir de beni de almadılar yanında çünkü tek yenidoğan hemşiresi de bebek yoğun bakımdaymış, Hüma'yı alıp içeri götürdüler. Sonunda dayanamayıp içeri girmeye yeltendim ama kovdular beni yoğun bakımdan... Zavallı kuzucuk içeride ağladı ben de kapıda :( Sonunda becerebilselerdi o kadar üzülmeyecektim ama boşu boşuna ağlattılar... Neyse sonunda bulantı engelleyici ilaç verdiler o işe yaradı da biraz emdi ve uyudu.
Evde de bir süre dinlendikten sonra yoğurt ve su verdik. Hüma bir kupa su içti kaşık kaşık ondan sonra kendine geldi. Çocuk kendi kendini tedavi etti resmen. Biraz yoğurt biraz su. Sonra emip uyudu yeniden. Akşamda şeftali ve yoğurtlu pirinç lapası yedi. Sonra yıkandı ve uyudu. Allahtan artık kusmuyor ama ishal hala devam bakalım ne zaman iyileşecek...
Bunları da Okuyabilirsiniz
Geçen 6 aydan fazla zamanda neler oldu neler.. Bir kere güzel kuşum Hümacık doğdu, ellerime kondu. Herşeyden önemli olan bu zaten. Bunun üzerine ne desem ne yazsam eksik ve manasız kalacak. Hayat boyu yaptığım en güzel şey, en büyük başarım ve eserim. İnsanın şu hayatta iz bırakma çabasını ve isteğini çocuk doğurmaktan daha iyi bir şekilde tatmin edecek başka bir şey düşünemiyorum. Dolayısıyla hamile kaldığımdan beri hayatımdaki en önemli hadise Hüma sultan. O nedenle şimdi 6 aylık bir neler yaptım özetlemesine girmek gereksiz olur diye düşünüyorum. Kendim de düşündüğümde zaten Hüma'ya baktım, Hüma ile oynadım, Hüma'yı şuraya buraya götürdüm, Hüma'ya şunu bunu aldım hatta daha çok Hüma şunu yaptı, bunu yaptı, agu dedi, elini keşfetti, ayağını keşfetti diye diye uzuyor gidiyor liste. Ya da olsa olsa Hüma ile şuraya gittik filan diyebiliyorum yeni yeni. Hanfendi biraz büyüyüp de büyüklerin tabiri ile ortaya çıktığından yani ailenin bir bireyi olarak aramızda iyiden iyiye yer almaya hatta hatta aguları guguları ile söz sahibi olmaya başladığından beri..
Mesela perşembe günü İstanbul'a gittik Hüma ile... Aman bir eğlendi bir eğlendi Hümacık. Ona zaten gezmek olsun değişik yerlere gitmek, farklı şeyler görmek olsun... Önce bir düğüne katıldık. Düğünün başında henüz daha hareketli müzikler çalmaya başlamamıştı ben Hüma'yı sakin bir köşede uyuttum (zaten yol yorgunuydu), biz yemek yerken güzelce uyudu dinlendi. Sonra müzik hareketlenip ortalık daha gürültülü bir hale gelince uyandı. Ben korkacağını düşünmüştüm ama düğün ortamına çabuk uyum sağladı, konuşalanları duymamasına rağmen insanlara gülmeye ortamı incelemeye başladı. O uyandıktan sonra biz de zaten fazla uzatmadan ayrıldık dedesi ile birlikte. Bağdat caddesine Fashions Night Out vardı üstelik o gün, Hüma ile kısa bir Bağdat caddesi gezintisi yaptık dedesiyle sonra baktık kalabalıktan puseti sürmek zor hem de Hüma'nın kafa yorgunluktan düşüyor doğru otele gittik.
Ertesi sabah Suadiye'de kahvaltı.. Hüma bu kahvaltı olayını çok sevdi. Hele ka sonra Atatürk Arboretumunu ziyaret. Tabii dedesi, dayısı, anneannesi ehh annesi de yanında, biri ilgilenmese biri Hüma ile ilgileniyor. Bir de değişik yerler görüyor, hele ki arboretum Hümacık için oldukça keyifliydi, ağaçlar, ördekler, çimler... Dolayısıyla pek hoşuna gitti. Sonra da İstanbul Forum AVM'deki akvaryumu ziyaret ettik. Önce korkar gibi oldu hem ortam çok aydınlık değil hem de koca koca balıklar. Şaşkın şaşkın baktı sıpacık sonra tropik balıkların olduğu akvaryumu görünce iyice açıldı. Balıklar da Hüma'ya kendilerini göstermek istercesine gelip gelip onun kafasının yakınlarında yüzdüler camın dibinde. Sonra bir yengeç türü varmış şimdi adını hatırlayamayacağım görevli eline alıyordu hemen gittik Hüma dokunda ona sonra da akvaryumdaki tünelde üzerinden köpek balığı ve vatoz geçti kaf defa. Bidicik hali ile ilginç deneyimler yaşadı ve akvaryumun sonlarına doğru uykuya yenik düştü. Ama bitmedi biraz dinlendikten sonra AVM'de alışveriş yapıldı onun için. Ve sonunda gecenin geç saatlerinde cuma trafiğinden sıyrılıp otelimize varabildik.
Ertesi sabah da Hidiv Kasrı'nda kahvaltı yaptık. Hüma çiçekleri, ağaçları inceledi yine. Kahvaltı sofrasını dağıttı meyvesini yerken... Sonra da ilk defa çocuk parkına gittik ve orada çocukları izledi. Koşup koşup tekrar kaydıraktan kayan ve o sırada da birbirlerine laf atıp bağrışan çocukları hayretle izledi, ne yaptıklarını anlamaya çalıştı. Onu da oradaki küçük kaydıraktan kaydırdım ama pek anlamadı ve o nedenle de hoşlanmadı durumdan... Günün kalanını Bağdat caddesinde geçirdik hem cumartesi trafiğine girmemek için hem de zaten kızlarla sözleşmiş olduğumuz için. Zamane Kahvesi Hüma'yı pek açmadı. Ben beğenmiştim aslında ama Hüma sıkılınca kalabalık ve sıcaktan ben de pek bir şeyler anlamadım. Sonunda dedesini aradım gelip Hümayı gezdirin diye. Hanımın gezmesi Bağdat caddesi ile de sınırlı kalmamış. Uyurken teslim ettiğim Hüma tabii ki biraz dinlendikten sonra uyanmış ve Caddebostan sahilinde almışlar hemen soluğu caddenin kalabalığından kaçıp. Neyse biz de bu arada biraz sohbet etme fırsatı bulmuş olduk. Akşam yemeği sabah da pazar kahvaltısı derken Hüma epey eğlendi üstelik çok da hareketlendi birkaç gün içinde. Pazar günü dayısına ev bile baktı İstanbul'dan, en son satış ofisinde çığlık atıyordu. Dayısı da ev ile ilgilenmeyip oradaki ofis sandalyeleri ile Hüma gezdirmek suretiyle zavallık satış temsilcisini bunalttı biraz. Bi ara baktık adamcağız kravatını çekiştiriyordu. Dönüş yolu tabii yorgunluğun da etkisiyle biraz sıkıntılı geçti ama eve geldiğimizde babası anında fark etti Hüma'daki değişikliği, daha hareketli, adeta yaramazlık yapıyor...
İşte İstanbul macerası böyle geçti Hüma ile. Yazdıklarıma bakınca kendimle ilgili pek birşey yok. Bir tek kızlarla buluştuk işte bir de kahvaltı ve yemek olayları.. Onun dışında asıl İstanbul fatihi Hümacık oldu...
Bunları da Okuyabilirsiniz
"Baby Shower", Türkçesi "Bebek Partisi"; bebek doğmadan önce annenin arkadaşları ya da ailesi tarafından düzenlenen ve amacı hem annenin hazırlıklarına destek olmak hem de anne ile ilgilenerek bebek doğmadan önce anneyi şımartmak ve eğlendirmek olan bir aktivite. Buradaki shower duş anlamında değil, "show" kelimesinden türemiş olan gösterme anlamında ve annenin göbeğini göstermesini ifade eden bir kelime.
Aslında bu Türklerin bir geleneği değil yurtdışında sanıyorum özellikle Amerika'da uygulanan bir şey ama son yıllarda yoğun olarak burada da yapılıyor. Ben bu olayı birkaç yabancı dizide görmüştüm ve eğlenceli olduğu için yapmak istemiştim. Ama sonra Türkiyede pek yaygın olmadığı için vazgeçmiştim. Kuzenim sana parti yapalım diyince de tamam dedim hemen.
Netten biraz araştırdım neler yapılıyormuş bu baby shower'de diye. Orjinalinde anne adayı kendi ihtiyaçlarını içeren bir liste hazırlayıp bir mağaza ile anlaşıyormuş, gelecek olanlar da o mağazaya giderek anne adayının seçmiş olduklarından istediklerini alıyorlarmış falan. Ama hem burada bu tip liste olayları pek yaygın olmadığından hem de benim böyle bir parti istememdeki amaç eksiklerimi tamamlayım olmadığından liste olayına girmek istemedim.
Benim için önemli olan sevdiğim insanlarla birlikte olacağım, şamata yapıp eğleneceğimiz bir aktivite olmasıydı. Zaten parti hazırlıkları bile oldukça keyifli geçti benim açımdan. Bir de sürekli bebeğin ihtiyaçlarını tamamlamaya odaklanmış olduğum için o ruh halinden çıkmak da iyi oldu aslında. Gerçi o güne kadar bebeğin odasını hazırlayım diye biraz stres olmadım desem yalan olur. Ama bir açıdan da iyi oldu çünkü hazırlıklar sırasında bazı şeyleri daha da ertelesem doğuma yetişmeyecekmiş diye düşünmeye başlamıştım. Odası hazır olduktan sonra o gün ne yesek ne içsek ve ben ne giysem kısmına odaklandım daha çok.
Bebek şekeri oldukça vakit aldı aslında çünkü ne yazık ki piyasada istediğim gibi içime sinen bir şey bulamadım. Ankara'nın bu açıdan oldukça kısır olduğunu söylemem lazım. İnternetten de sipariş vermek istemedim çünkü fotoğraflardan boyutları ve gerçek renkleri kestirmek çok zor.
En sonunda internette görmüş olduğum bir bebek şekerinden aldığım ilhamla bebek şekerlerini annemle biz tasarladık. Tabi ilk etapta deneme yanılma süresi oldu ama sonuçta ortaya hem içime sinen hem de farklı bir şeyler çıktı. Minik kavanozlar içerisinde pembe ve beyaz drajeler. Kavanozların kapaklarını da pembe-beyaz pötü kareleri, pembe beyaz puanlı ve çizgli kumaş ve pembe tül ile süsledik. Üstlerine de işte gördüğünüz bebek biblolarını yapıştırdık. Zor oldu ama değdi diye düşünüyorum.
Bir de baby shower davetiyelerini görmüştüm internette, sonra baktım şablonlar var ben de kendime bir tane yapayım dedim. İlk etapta ingilizce bir şeyler hazırlamıştım ama tolga daha yaratıcı ol diye başımın etini yiyince ben de kendim bir şeyler yazdım davetiyenin üstüne ve ortaya işte yazının başındaki ve buradaki iki davetiye çıktı.
Bunları da Okuyabilirsiniz
By
Hüma Kuşu
Ocak 28, 2011
hüma,
Hümania
Hüma kelimesinin kökeni farsça olup cennet kuşu olarak adlandırılır.
Ferit Develioğlu'nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat'nda ise Hüma devlet kuşu, saadet, kutluluk olarak tanımlanıyor. Ayrıca hümâ-yı ikbal (devlet kuşu) yüksek talih, iyi uğur ve hümâ pervaz da hüma gibi yüksekten uçan anlamındaymış.
Hüma kuşu ile ilgili çeşitli efsaneler ve inanışlar mevcut. Çok yüksekten uçtuğu ve asla yere konmadığı rivayet ediliyormuş hatta ayakları olmadığı, havada yumurtladığı ve yavrusunun havada yumurtadan çıkarak uçmaya başladığı da çeşitli kaynaklarda yer alıyormuş.
Hüma kuşu bazı zamanlarda yere 40 arşın kadar yaklaşarak gölgesinin isanların üzerine düşürürmüş. Hüma kuşunun gölgesi üzerine düşen kişinin talihi açılır, servet ve refaha erer, mutlu olurmuş. Bu nedenle hüma kuşuna talih kuşu da deniyormuş.
Ayrıca yine aynı yöntemle ölen padişahın yerine yeni padişahın belirlendiği de rivayetler arasında. Bu sebeple hüma kuşu devlet kuşu olarak da anılıyor. Padişah ya da devlet ile ilgili şeylerin "hümayun" olarak ifade edilmesinin kökeninde de bu efsane yer alıyor diye söyleniyor.
Bu arada bu resme da internette rastladım. Hüma kelime olarak bana yeşil rengi çağrıştırıyor. Ama bu resimde hüma kuşunun mavi olarak çizilmesi hoşuma gitti. Aslında düşününce yüksekten uçan bir kuşun mavi olması da makul geliyor sanki..
Kaynakça: Çeşitli ama temel olarak;
http://tr.wikipedia.org/wiki/H%C3%BCma_ku%C5%9Fu
Bunları da Okuyabilirsiniz