Günbegün
bir şeyler oluyor memlekette, dünyada... Bir garip politikalar... İnsanlar
ölüyor, savaşlar devam ediyor.. Aslında bunlar çok da yabancısı olduğumuz
şeyler değil, neticede oluyor bunlar hep, şehit haberleri
geliyor, televizyonda trafik kazaları, ölümler, cinayetler anlatılıyor.
İnsanlar sömürülüyor, insanlar taciz ediliyor, insanlar öldürülüyor hiç uğruna
her gün, her an... Hatta bu da bir şey mi çocukların başına geliyor bunlar...
Kaçırılanlar, taciz edilenler, organ mafyası, cinayetler, ensest, aile içi
şiddet, cinnet... Bunlar orada burada duyduğumuz okuduğumuz izlediğimiz
gerçekler, her ne kadar yanımızda yakınımızda olmasa da (çok şükür)....
Öte
taraftan politikacılar birşeyler söylüyorlar, kararlar alınıyor, yaptırımlar
uygulanıyor... Bir şeyler oluyor, birileri tutuklanıyor, birileri hüküm giyiyor
tuhaf sebeplerden, aydınlar, düşünenler içeri tıkılıyor, katiller,
sapıklar dışarı bırakılıyor. Bir taraftan da dünya da gündem hızla değişiyor, dünyada büyük şeyler oluyor, Afrika’da açlıktan çocuklar ölüyor
mesela, hastalıktan yokluktan kırılıyor Afganistan'da insanlar ya da Burma’da Budistler müslümanları öldürüyor(muş hakikaten, tolga söylüyordu da gazetede gördüm dün).. Bu listeler böyle uzayıp gidiyor bir oradan bir
buradan derken...
Her
gün bir felakate sürükleniyor memleket, her gün kıyamete sürükleniyor dünya...
Pek
kimseden tepki yok gibi, herkes bu duruma alışmış gibi, tıpkı benim yazının
başında evet bunlar hep oluyor yazmam gibi, yemek yerken ya da bayramda
seyranda akrabalarla bir araya gelindiğinde konuşuluyor gündem, ne olacak bu
memleketin hali filan gibisinden...
Ama
anne olunca durum farklı oluyor galiba... Öyle oluyormuş yani... Hani çocuklarımızın gençlerimizin geleceği ne olacak, onlara nasıl
bir dünya bırakacağız polemikleri de cılız birer ses olarak yükseliyor ya tüm
gündem telaşesinin arasında, (yöneticelerden, kanun adamlarından değil de
halkın sesi olarak, sonra öylece kalıyor tabii adı üstünde polemik oluyor.)
Ama
anne olunca tüm bu “çocuklarımızı nasıl bir gelecek bekliyor” sorunsalı bir
polemik olmaktan çıkıyor, kelimenin tam anlamıyla gerçekten hissediyor o kaygıyı
insan tüm benliğinde. Gerçekten korkuyor çocuğunun geleceği için, gerçekten ne
olacak bu dünyanın hali diye dertleniyor, elinden bir şey gelmiyor diye çaresiz
hissediyor kendini. Dua ediyor dünyanın ve insanlığın selameti ve çocukların geleceği
için...
Türkiye
nasıl bir ülke olacak, islam devletine mi gidiyoruz, ülke bölünecek mi, iç
savaş mı çıkacak, PKK var bir tarafta, Suriye meselesi bir tarafta... Savaş
çıksa ne yaparız? Ülke karışsa ne yaparız? Bunları düşünüp duruyorum, hakikaten
ve öyle laf olsun diye değil. Gerçekten korkarak gerçekten endişelenerek.
Hümayı uyuturken, böyle huzurlu bir şekilde kucağımda uyurken mesela birden ya
ülke iyice karışırsa, savaş çıkarsa ve hümanın çocukluğu, gençliği vs savaş
yıllarında geçerse diye aklıma geliyor, alıyor beni bir hüzün, bir korku...
Sonra konu sırf Türkiye’deki gündem değil ki, bu yeni dünya düzeni dedikleri
durumlar var mesela, hepimize çip takacaklar vs konuları. Enerji savaşları
meselesi var, dünya susuz kalacak, yaşam yok olma noktasına gelecek, ağaçlar
kuruyacak, iklimler değişecek, çöl olacak her yer, besin sıkıntısı başlayacak
filan... Yani çeşitli komplo teorileri ve olasılıklar....
İşte bu listeler böyle uzayıp gidiyor, kötülük tüm dünyayı sarmış gibi
geliyor insana... Kendimi alamıyorum korkmaktan, endişelenmekten, türlü senaryolar üretmekten, Hüma büyüdüğünde bizim şimdi
tabir ettiğimiz hali ile bir kara ütopyanın içinde yaşayacaksa diye korkuyorum... Aklıma hemen George
Orwell’in 1984’ü, Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sı geliyor hatta Wall-E... 1984’te
Winston ve Julia’nın kaçak kiralık evde gizli gizli kahve içtiği geliyor
aklıma, gizli gizli seviştikleri,
herşeyi gizli saklı yapmaları. Bugün tüketilen hiçbir yiyeceğin içeceğin, hiç
bir özgürlüğün, zevkin olmadığı o kara 1984 dünyası... Sonra Cesur Yeni Dünya’da
aile kavramı olmadan, sevgi olmadan yetiştirilen (bir bitki gibi) insanlar... Wall-e’deki o çöp
yığınına dönmüş dünya, hiç canlı yaşayamayacak denli mahvedilmiş... Okuduğum izlediğim tüm kara ütopyalardan sahneler....
Bir
ara su kesintilerinin çok yoğun olduğu, insanların su tasarrufu için
internetten çeşitli fotoğraflar paylaştığı 1-2 sene öncesinden bir fotoğraf
geliyor, su o kadar azalmış ki su savaşları başlamış, insanlar temel
ihtiyaçları için bile su bulamadıklarından temizliği kolay olsun diye herkes
saçlarını kazımış filan. Düşünüyorum benim prensesimin saçlarını kazıdığını su
olmadığı için, içim parçalanıyor, kahroluyorum düşüncesiyle bile... Ya da
savaştan, kıtlıktan başka şeylerden per perişan halde beliriyor gelecek gözümün
önünde, bu günlerin yanına bile yanaşamayak bir yokluk. Öyle ki mesela eskiden
şunu yerlermiş bunu içerlermiş şöyle yaparlarmış diye bir masal gibi
anlatılıyor her şey, işte mesela 1984’deki gibi... Ahhh resmen acı veriyor bu düşünceler
bana, resmen canımı yakıyor...
Şimdi malumunuz hem dünya hem de türkiye gündemi son aylarda oldukça hareketli, her ne kadar gündemi çok yakından takip etmesem de bir şeyler oldukça daha da endişeleniyor, kaygılanıyor, korkuyorum ve mutsuzum tüm bu olup bitenlerden. Neden insanlar böyle neden dünya böyle diyip duruyorum. Gerçekten ilk defa bu gündem konuları hayatımı etkiliyor, beni mutsuz ediyor. İlk defa gerçekten o korkuyu kendim için, sevdiklerim için en önemlisi çocuğum için hissedip endişeleniyorum. Ben bunları böyle açık bir şekilde ifade etmeye insanlara
söylemeye çekiniyordum açıkçası, sanki paranoyak ya da deli diyeceklermiş gibi.
Bu düşünceleri kafamdan kovmaya çalışıyordum. Ara ara dayanamayıp Tolga’ya
soruyorum, iç savaş çıkarsa ne olur, ne yaparız, nereye gideriz filan gibi.
Hatta bir sefer dedim ki ben endişeliyim çocuğumun başına ne gelecek
büyüdüğünde günümüz dünyasında ortalık karışık filan. İşte ya kendini bir kara
ütopyanın içinde bulursa ya yokluğun savaşın içinde bulursa... Tolga da garip bir cevap verdi; "abartma bunlar hep var olan sorunlar".
Ben de kızdım sen beni ciddiye almıyorsun diye ama sonra dedi ki "bu söylediğin
problemler yıllardır var dünyada ve Türkiye'de sadece sen bilmiyorsun ya da
ilgilenmiyorsun ya da yaşamıyorsun bunları. O kara ütopya dediğin şeyin
içindeyiz zaten... Şimdi bunların bir gün senin de başına gelebileceğini
düşenerek korkuyorsun ama şu anda bunları birebir yaşayanlar var. Çocuklar
ölüyor, o çocukların da annesi babası var. Çocuklar bomba seslerinde, savaşın
ortasında yaşıyor zaten... Onlar da çocuk, hiç onları düşündün mü?".
Haklı...Çok
haklı, ateş düştüğü yeri yakar böyle bir şey... Elimizden bir şey gelmemesi ise
çok fena, en fena... Hem bugün zalimlerin elinde acı çeken insanlar hem de
gelecek ve çocuklarımız için dua etmekten ve kendi çapımda iyi olanı yapmaya
çalışmaktan başka bir şey gelmiyor... Allah yardımcımız olsun...
--------------------------------------------------
İşte
daha dün bunları konuşmuşken, daha dün bu korkularımı az az ifade etmişken
tolgaya, bugün Blogcu Anne’nin "Döngü" başlıklı yazısını okuyunca yalnız değilim dedim. Delirmemişim ya da paranoyak değilim, herkes endişeli, tüm anneler benzer korkular duyuyor çocukları ve gelecekleri için (belki ben biraz fazla kara ütopya okumuş olabilirim)... Yalnız olmadığımı anlayınca da okudum okudum tüm yorumları ve işte bu satırlar döküldü....
2 yorum
Bu arada 23 Ağustos 2012 tarihli yazısının sonunda Özgür Bolat
YanıtlaSil"Kaybeden bir toplumda kazanan bir birey olmanın bir anlamı yoktur." yazmış, bu laf da çok dokundu çok doğru ve haklı geldi bana...
Çocuklarımızı nasıl daha iyi yetiştiririz diye kafa yoruyoruz, emek ve para harcıyoruz ama geleceğe şüphe ile baktığımız bu günlerde garip bir çelişki işte...
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21283720.asp
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilNot: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.