Datça'da Tatil #1

By Ağustos 20, 2013 , ,

Yaz Durumları ve Tatil Hazırlıkları yazımda tatilde Datça'ya gideceğimizden bahsetmiştim. Gittik, gezdik, geldik :) Çok güzeldi... 

Yazacak o kadar çok şey var ki Datça'ya ve tatile dair, nereden başlasam nasıl anlatsam bilemiyorum. O yüzden de bir türlü başlayamadım yazmaya...
Kısaca neden Datça'yı tercih ettik onu yazayım en iyisi önce. Datça'ya ilk defa 3 sene önce gitmiştik, o zaman Hüma Kuşu karnımdaydı minicik. Datça'nın doğasını ve denizini çok sevmiştik bir de Eski Datça'da kaldığımız Eski Datça Evlerini ve oranın sahipleri Pir ailesini. Zaten bizim 5 yıldızlı bir otelde herşey dahil sistemde tatil yapma gibi bir ihtimalimiz yok zira bu sistem bize her anlamda ters. Her şeyden öte açık büfe denen düzende ne yediğimi, ne yedirdiğimi bilmediğim bir ortamda yaşamam mümkün değil. Sonra o kalabalık, o herkesin dip dipe olması, görevmiş gibi aynı saatte aynı şeyleri yapması filan tahammül edilemez bizim için. Bütün yılı apartmanda geçirdiğimiz yetmiyormuş gibi tatili de başka bir apartmanvari binada geçirmek de ayrı bir saçmalık. O nedenle biz pansiyon, butik otel tarzı daha küçük yerleri tercih ediyoruz. Mekan olarak Bodrum gibi Çeşme gibi yerler de yok ünlüsü yok tikysi filan hem insan profili açısından pek hitap etmiyor hem de her yerin beton, bina kaplanmış olması ve tabii maliyeti. Tüm bu nedenlerle de Datça bizim için biçilmiş kaftan dedik, 700 km yolu göze alıp düştük yollara. 



 Uzuuun yolculuğumuzdan oyunlar :)


Datça'nın bakir doğası ve sahillerdeki az miktardaki tesisleri ile bir kez daha sevdiğimiz, ayrılmak istemediğimiz bir yer olduğunu anladık. Her ne kadar önümüzdeki yıllarda Datça'nın popüler olması ve kalabalıklaşması gibi şeyleri hiiiç istemesem de, Datça'yı özellikle sakin, huzurlu bir tatil ve güzel bir deniz isteyenlere tavsiye ediyorum. Yalnız uyarmadan edemeyeceğim Datça'nın yolu zor, üstelik eğer büklerin birinde değil de Datça merkezde ya da Eski Datça'da kalacaksanız hergün denize yaklaşık yarım saatlik bir yolculuk yapmanız gerekecek. Ama ormanın, zeytinliklerin içinden, dağların arasından, badem ağaçlarının yanından geçe geçe ve etrafı izleye izleye... İşte böyle...



Datça'da nerede kalalım derseniz tabii ki Eski Datça Evleri... Mütevazi tasarımı, Datça'nın orjinal mimarisinin korunması, güzel bahçesi, daha da önemlisi sevgili Pir ailesinin arkadaşlığı, Zvart'ın güzel yemekleri... Gidip görmek lazım. Hüma Datça'yı ve dahası eski Datça Evleri'ni o kadar çok sevdi ki 2. gün itibariyle burası bizim evimiz demeye başladı. Orada sürekli kalmaya razıydı, hatta dönüşte bizi bırakıp orada kalmaya bile razıydı o derece. 


Günlerimiz genelde birbirine benzer geçti. Sabahları sakin sakin kahvaltımızı yaptık, hatta çoğu zaman orada en sakin olmayan masa biz oluyorduk :) Eski Datça Evlerinde gayet hoş küçük bir açık büfe var, peynir, zeytin, domates, salatalık, bal, reçel, yumurta, simit.. Bir de Datça'nın tarçınlı köy ekmeği. Biz yiyecek/içecek özellikle de yumurta konusunda takıntılı olduğumuzdan Datça'ya giderken yanımızda pazardan aldığımız yumurtaları da götürmüştük, sağ olsun her sabah bize ya omlet yaptılar ya ayrıca yumurta haşladılar. Bir de Hüma için keçi sütü aldık Migros'tan, ohh mis. Bazı sabahlar da taze sıkılmış portakal suyu içti Hüma ve bol bol karpuz ve bal yedi. 

Kalkış saatimize göre kahvaltı öncesi ya da sonrasında bahçede takıldık genelde bir süre. Bahçede Hüma'nın ilgisini çekebilecek bir sürü şey var; çiçekler, bitkiler, su kaplumbağalarının (isimlerini unuttum kusura bakmasınlar) olduğu bir havuz, bir kara kaplumbağası, hamak.... Tabii bir de Ege ve Melisa'nın yarı kapalı oyun odaları.   
Bizim odamız (incir odası) üst kattaydı ve her ne kadar pek kullanmasak da güzel bir balkonu vardı. Bakınız Hüma Kuşu balkonun duvarına oturdu ve bahçeyi izliyor ve oraya gidelim diyerek bahçedeki hamağı gösteriyor. Hamak tabii ki Hüma'nın favorisi. O hamakta sallanırken ben de Hüma'nın, bahçenin, bitkilerin kısacası sağın solun fotoğraflarını çektim. 

 Gel keyfim gel anları :)


Hüma'nın favorisi tırmıııık :) Birkaç gün boyunca gidip gelip kurcaladıktan sonra Erol abisi öğretti nasıl yapılacağını da bizim bıdık rahat etti...

Bahçede ilgi çekici bu kadar çok şey olunca Hüma'nın favori mekanı olması da kısa sürdü. Çocuk mutlu anne-baba mutlu, bu kadar basit. Üstüne bir de bizim odamızla, Ede Cafe (Eski Datça Evleri Cafe yani aynı zamanda kahvaltı yaptığımız, yemek yediğimiz yer ve otelin barı olur kendisi) aynı yerde olunca akşamları Hüma'yı uyutup telsizi açıp takılabildik rahatça. Zaten Eski Datça'nın en güzel yerlerinden biri Ede Cafe... Erol ve Zvart'ın hoş sohbetlerinin yanı sıra güzel bir ambiyansı var. Ayrıca giderseniz limonatasını mutlaka için.. Bir de Zvart'ın zeytinyağlı yemeklerinin tadına bakmak lazım tabii, ben özellikle zeytinyağlı bamyaya bayıldım.
 Eski Datça Evleri girişi, Hüma Kuşum, güzel çiçek, Zvart ve bizimkiler :)
Buralar benden sorulur dostum....


Datça'da oteller, pansiyonlar genelde oda kahvaltı sisteminde. Bizim de çok işimize geldi, böylece hem öğlen hem de akşam yemeği için serbesttik. Çoğunlukla yemekleri de Ede'de yedik akşamları, 2-3 sefer de Datça merkezde bulunan pek bir meşhur Zekeriya Sofrası ev yemeklerinde. Orası da güzel bir yerdi, gencecik kızlar çalışıyor, çiçekli şalvarlı ve spor ayakkabılı, çok tatlılar :) Zekeriya sofrasında yemek olarak tavsiye edebileceğim farklı tadıyla tarhana çorbası, borani ve patlıcan kebabı.. 

Datça merkezde her sahil yerinde olduğu gibi bir sürü balıkçı var, biz balık yemedik çünkü Datça'da balık çeşidi az ve olan balıklar da biraz lezzetsizmiş. Zvart dedi ki İstanbul ve Ankara'ya göre zayıf kalırmış. Ama Datça'da balık yiyeceğim derseniz liman yakınlarında Culinarium diye bir yer var, Alman bir çift işletiyormuş ve oldukça başarılıymış. Ayrıca limanda Çınar Dondurmacısı diye bir yer var, orası da Datça'nın en güzel dondurmacısıymış. Bademli dondurması ve suflesi tavsiye edilir :) Tüm ürünler kendi üretimleri ve yalnızca şeker kullanılıyormuş yani glikoz şurubu yok. Sahil kenarında ne yazık ki güzel dondurmacı yok, hepsi glikozlu bence. 

Denize girmece kısmına gelince, biz eski Datça'dan hergün yarım saat kadar yol giderek ya Palamutbükü'nde ya da Gabaklar denilen yerde (Haytbükü'nde) denize girdik. Datça merkezle pek işimiz olmaz zaten, orası kalabalık. Datça'nın en kötü özelliği -bence- denizin ve sahilin taşlık olması. Ben kumsal ve sığ deniz severim. Maalesef ikisi de yok Datça'da ama deniz çok güzel, temiz, berrak. Suyu da ne sıcak ne soğuk, ideal. Sadece Gabaklar'da şezlonların bulunduğu kısım kum, deniz kenarı ve denizin içi yine taşlık. 


Yukarıdaki fotoğraf başka bir koyda çekildi, isimsiz, tesissiz.. Yine de gelenler oluyor çünkü deniz çok güzel. Datça'da sahil yolunda giderken koylara bakın, boş bir koy bulabilirsiniz :)


Bu arada Hüma her ne kadar kumu tercih etse de taşlık bir büke gittiğimizde de gayet güzel oynadı.. Fotoğraf Palamutbükü'nde.. 


Hayıtbükü, Gabaklar.. Manzara çok güzel, arka tarafta bulunan tesis neredeyse tamamen ağaçların ve zakkumların arasında saklanmış. Dolayısıyla yüzerken ya da otururken dağları, ağaçları ve denizi görüyorsunuz.. Bir de kumları ve garip iskeleyi... İskelenin pek fotoğrafını çekmemişim o derece..


Buradaki tesiste yemekler de güzel, sebze yemeği çıkıyor, mezeler ve aperatifler, ızgara çeşitleri var. Hüma'nın favorisi makarna oldu. Tolga da en çok mücveri beğendi. Ayranları da fena değil :)

Yaz Durumları ve Tatil Hazırlıkları yazımda Hüma'ya yüzme yeleği aldığımdan bahsetmiştim. Ama ne yazık ki Hüma'cığım hiiç hazzetmedi, zira dengesini sağlayamadı onunla, fazla kaldırdı suda. O olmayınca kolluk aldık ama Hüma onunla da mutlu olmadı, korktu ve kucağımızdan inmedi, ağladı, bağırdı durdu suda. Biz de inatla soktuk ama denize, o kadar yol gitmişiz, deniz temiz, güzel, yani mecbur girecek. En sonunda yine Antalya'da kullandığı simitten aldık da hanım girdi suya gönüllü. Hatta çıkmak istemedi bazen de çünkü simitle gayet rahat etti ve kendini güvende hissetti. Artık yelek kullanmak seneye kaldı. 

Hüma'cık deniz kenarında da rahat rahat oynamadı aslında, azıcık olan dalgadan bile çekindi. Sanırım denizin enginliği ürküttü onu, içine batmaktan filan korktu. Hüma kumda ya da taşta oynarken biz ona kovayla su taşıdık sırayla. Hatta yan şezlonga bulunan bir adamcağız Hüma'yla konuşup onunla oyun oynadı bir süre ve Hüma ona bile kovayla su getirtti :) Adamcağız iki sefer su taşıdı bizim cimcimeye. 

Sonra dayısı ve Gülşah geldi. 3-4 gün boyunca ağlayıp bize yapışan Hüma, dayısı ile vuuu oynarken su yuttu, kafasını suya soktu ve dayının kollarında döndü durdu suda. Gıkı bile çıkmadı. Ben kendimden birazcık uzakta tutsam suda anne bırakma diye ağlayan çocuk gitti suyun içinde kahkalar atan çocuk geldi. Bu defa dayısı Hüma'ya su taşıttı :)



Burası Palamutbükü... Biz ilk gün hariç Aylin Ahşap Evler'de oturduk. Tuna Pansiyon'un da yemekleri güzelmiş. Aylin Ahşap Evler'in sigara böreği ve ayranı güzel. Dondurması güzel değil, makarna fena değil. Biralar soğuk :) İlk gün gittiğimiz Mavi Beyaz'ı ise tavsiye etmiyorum. 

Bu arada biz kahvaltı sonrası deniz kenarına gittik ve akşam yediye kadar orada kaldık genelde. Acaba çocukla deniz kenarında o kadar uzun süre vakit geçirmek sorun olur mu, yanar mı, bunalır mı, aç kalır mı, uyur mu filan gibi bir sürü soru işareti vardı kafamda. Hatta günü gölgede geçirip deniz kenarında akşam üstü gitmeyi bile düşünüyordum bir ara. Ama hiiiç gerek yok böyle şeylere. Bir kere yılda bir haftacık da güneşe biraz maruz kalsa birşey olmaz bence ki zaten 50 faktör güneş kremi sürüyoruz. Sonra kritik saatlerde zaten gölgede oturabilirler ki kumlar çok ısındığından kendisi de tercih etmedi güneşe çıkmayı. Ayrıca ona da değişiklik oldu, her zaman yaptığından farklı bir şekilde, açık havada geçirdi vaktini. İlk günler uyumadı ama sonradan öğlenleri uyumaya da başladı şezlongda. Zaten deniz kenarına gider gitmez yani 11 sularında bir kez denize girdik, sonrasında gölgede oturduk sıcaklar biraz geçene kadar, Hüma gölgede oynarken bile üzerinde genelde bir elbise ya da tshirt oldu. Hatta zaman zaman tshirt ile denize girdi ve başında şapkayla.

Şapka demişken, Gülşah'ın şapkası Hüma'yı epey eğlendirdi :) Tabii bizi de :)) Fotoğraflar ve kolaj Gülşah'ın..



Eski Datça'dan akşam manzaraları, Knidos maceramız ve diğer detayları da daha sonra yazacağım. Şimdilik bu kadar olsun.

Bunları da Okuyabilirsiniz

4 yorum

  1. ohh tatil gibisi var mı :)
    Gabaklar'da bir kaç gün kalmıştık, biz de çok sevmiştik. İsminin nereden geldiğini sordun mu? "Bizim adamlarım kafası hep gabak" demişti oradaki teyze :)))
    Bizim yaramazla biz bu sene seyahat planlayamadık, aile büyükleriyle yazlıkta geçirdik tatilimizi. Bakalım seneye inşallah... Şirin

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. valla teyze çok doğru söylemiş biz de oradayken Datça kafası diye bişi olduğunu keşfetmiştik yani böyle bir umursamazlık bir rahatlık herkeste, özellikle işletmelerde... bir yorumda bulunuyorsun mesela şöyle de olsaydı filan gibi adamın biri herşey mükemmel olsa tadı çıkmaz demiş :) böyle bişi herhalde.. şehir insanında olmayan rahatlık..
      biz de Hüma doğduğundan beri ilk kez planlı programlı ve ailecek tatil yaptık. geçen iki seneyi biz de yazlıkta geçirmiştik. küçük olunca sıcakta deniz kenarında götürmek de problem tüm gün orada oyalamak da.. artık seneye için güzel bir plan yaparsınız siz de.. Datça düşünülebilir mesela :)

      Sil
  2. aaa bilmiyordum bu Datça kafasını :) Ben bu Gabaklar'ın sahipleri kel kafalı adamlar gibi anlamıştım :) Yalnız bu Datça kafasından bana birazcık lazım şu aralar kesin orası..

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.